NE MUTLU “VİCDANIM” DİYENE!

18 Ocak 2011 22:41 / 2930 kez okundu!

 


4 yıldan beri Hrant’ın kızdırdıkları ellerini kollarını sallayarak dolaşırken biz 4 yıldan beri bir şeylere “yeter” diyebiliyor muyuz? Bu olaylar olurken bizler ne yapıyoruz? Ortada doğru gitmeyen bir şeyler var, farkına varmak zorundayız. Bunlara gözlerimizi kapatamayız, hiç olmamış gibi davranamayız. Konuşmalıyız, tartışmalıyız. Vicdanımızın var olduğunu göstermek zorundayız.


NE MUTLU “VİCDANIM” DİYENE!

Geçtiğimiz günlerden birinde İzmir’de bir ilköğretim okulunun koridorlarında dolaşıyorum. 9 ila 13 yaş arası öğrencilerin hazırladıkları panolara bakıyorum. Kurtuluş Savaşı Köşesi, Belirli gün ve haftalar köşesi, Öğretmenler Gününe özel hazırlanan köşe ve tabi ki Atatürk köşesi. İlkokuldayken bizler de hazırlardık bu panoları. Özenle süsler, en güzel fotoğrafları seçer, öğretmenimizden duyacağımız bir “aferin” için haftalarca uğraşırdık. Aldığımız sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirme bilinci dışında estetik bir kaygımız da olurdu bu köşeleri hazırlarken. Güzel zamanlardı…
Panoları incelerken Atatürk köşesinin önüne geldim. Yazıları okuyorum, fotoğrafları inceliyorum. Panonun merkezinde büyük harflerle yazılmış bir söz dikkatimi çekti: “HAPPY IS THE ONE WHO SAYS I M A TURK

En ciddi ses tonumla başım dik ve kendimle, kimliğimle “gurur“ duyarak okudum bu sözü. Çünkü ben bir Türk’tüm. Bu yeterdi. Çok mutluydum. Mutlu olmam gerekirdi zaten. Kimliğim beni mutlu etmeye yetmeliydi. Bu dünyadaki mutluluğu yalnızca biz Türkler bilebilirdik. Ve “diğerleri” yani Türk olmayanlar kusura bakmayın ama mutlu olduğunuzu söyleseniz de mutlu değilsiniz kandırmayın kendinizi çünkü siz Türk değilsiniz. Baştan kaybetmişsiniz. Bu dünyada sizi mutlu edebilecek tek şey Türk olmanızdı o fırsatı da kaçırmışsınız (!)

Peki gerçekten bu muydu bizi mutlu eden? Türk olmak yetiyor muydu mutlu olmaya? Sadece Türk olmak için söylemiyorum aslında bunu, belli bir milliyete sahip olmak mutlu olmanın, üstün olmanın göstergesi olabilir miydi? Ben Türk olduğum için mi mutlu olmalıydım, diğeri Amerikalı olduğu için mi mutlu olmalıydı bir başkası Fransız, başka biri İngiliz… Bu uzar gider. İlkokula başladığımız andan itibaren bize aşılanan bu “sen mutlusun çünkü Türksün” gurur duy kendi ırkınla, gurur duy Türklüğünle. Çünkü sana Rabbinin bahşettiği en büyük mutluluk Türk olarak yaratılman.

Biz Türkler geçmişten günümüze her şeyin en doğrusunu yapan bir milletiz. Neden gururlanmayalım ki?
Biz Türkler 5 nolu cezaevinde Kürtlere işkence etmedik (!).
Gurur duy ırkınla.
Biz Türkler sırf dinini yaşamak istediği için Alevilere saygı duyuyoruz, Cem evlerini taşlarla, sopalarla basmıyoruz (!).
Gurur duy ırkınla.
Biz Türkler kendi dilinde şarkı söylemek istediği için Ahmet Kaya’yı linç etmedik, ona iftiralar atmadık, onu sürgüne yollayıp “vatan hasretiyle” ölümüne neden olmadık (!).
Gurur duy ırkınla.
Biz Türkler Hrant Dink’i arkasından vurup katletmedik!
Gurur duymalıyız ırkımızla (!).

İşte doğduğumuz andan itibaren bize aşılanan bu. “Türk Milliyetçiliğine” zarar gelmemesi için her türlü yola başvurmak bu uğurda meşrulaştırılıyor. Bu yüzden
Anayasaya 301. maddeyi eklemekten bile geri kalmıyoruz. Ne diyor peki 301?

(1)Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, asker veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında arttırılır.

Ve Hrant Dink…
301. maddeye aykırı davrandığı gerekçesiyle hapis cezasıyla yargılanan Hrant Dink.

Ermeni kimliği üzerine bir yazı dizisi yayınlıyor Hrant, genel yayın yönetmenliğini yaptığı Agos gazetesinde. Fakat yazdıkları bazılarının hoşuna gitmiyor. Düşünen bir Ermeni var çünkü karşımızda. Daha biz Ermeni kimliğini kabul edememişken, bir de düşünmesi hiç işimize gelmiyor. Zaten Atatürk’ün manevi kızı, Türklerin en değerli kadını Sabiha Gökçen’e Ermeni diyerek hakaret (!) eden Hrant, sınırı çoktan aşmıştı. Saf Türk kanı taşıyan bir Türk kadınına hem de Atatürk’ün manevi kızına nasıl olur da “Ermeniydi” demeye cüret ederdi. Bu asla affedilemezdi. Zaman kaybetmeden 301e sığınmalıydık. Bizi kurtarsa kurtarsa bu Hrant’tan ancak 301 kurtarırdı. Ve hemen yapıştırıyorduk Hrant’a lafı. Sen var ya sen “Türklüğü tahkir ve tezyif ettin”, işte bu yüzden hemen yargılanman gerekiyor.

Hrant ise bu olanlardan dolayı şaşkın ama tedirginlik duymuyor. Muhakkak benim Türklüğe hakaret etmediğimi görecekler diyor. Ama “birilerinin” kolları uzun olunca iş çevirmek de kolay oluyor. Bilirkişi “Türklüğe hakaret yok” diyor Hrant hala yargılanmaya devam ediyor. AİHM “Türklüğe hakaret yok” diyor Hrant hala yargılanmaya devam ediyor. Hayatı boyunca “ırkçılık” ile mücadele etmişken şimdi “ırkçılık” yaptığı gerekçesiyle yargılanmak, işte Hrant’ı en çok bu üzüyor.

Ve tüm bu yargılamalar Hrant Dink’i ölüme götürüyor.

Aslında Hrant’ın birilerini korkutan tarafı Ermeni olması değildi. Evet, bizlerin algısında yer etmesi sakıncalı olan kelimeler bunlar “ Ermeni, Süryani, Alevi, Kürt...”. Egemen ideoloji tarafında algımızdan silinmeye çalışılsa da biz hatırlamak için uğraşanlar, var olmaya devam ediyoruz. Ama Hrant’ı asıl ölüme götüren şey bizden biri olmasıydı. Ve bir Ermeni’nin bizden biri olması asla kabul edilebilir bir durum olamazdı. Çünkü O Türk kanını taşımıyordu. Nasıl olur da Anadolu’nun bağrından çıkmış bir Türk gibi olabilirdi. Bu “Türk Milliyetçiliğine” aykırıydı. Hrant kendini tanımlarken hep şu cümleyi kullanıyordu : “Türkiyeliyim. Ermeni’yim. İliklerime kadar da Anadoluluyum.”

Evet, söylediği gibiydi. İliklerine kadar Anadoluluydu. Benim babam gibiydi. Senin amcan gibiydi. Onun dayısı gibiydi. Hiçbir farkları yoktu. Ve bu ilkokul sıralarından beri öğrendiğimiz Türk milliyetçiliğiyle asla bağdaşamazdı. O Türk milliyetçiliğine darbe vurmuştu. Ve bu darbe “birilerini” çok kızdırdı. Bu ülkede “birilerinin” kızmasının sonu da hiç iyi bitmezdi!

Ve Hrant… Birilerini kızdırmanın cezasını ödedi (!)

4 yıldan beri Hrant’ın kızdırdıkları ellerini kollarını sallayarak dolaşırken biz 4 yıldan beri bir şeylere “yeter” diyebiliyor muyuz? Bu olaylar olurken bizler ne yapıyoruz? Ortada doğru gitmeyen bir şeyler var, farkına varmak zorundayız. Bunlara gözlerimizi kapatamayız, hiç olmamış gibi davranamayız. Konuşmalıyız, tartışmalıyız. Vicdanımızın var olduğunu göstermek zorundayız. 23 Ocak 2007 de yüz binlerce Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sokaklara çıktı. Çünkü bu duruma sessiz kalsalardı vicdanları onları rahat bırakmazdı. O gün sokaklarda atılan sloganlar, yüz binlerin tek yürek olması, Türk milliyetçiliğine vurulan en büyük darbelerden biriydi.

Bana bu yazıyı yazdıran da “Türklüğüm” değil. Vicdanım oldu!
İşte bu yüzden biz Türk olduğumuz için mutlu olmamalıyız. Bizi mutlu eden şey ırkımız değil “vicdanımız” olmalı. Ve eğer o vicdanı taşıyabiliyorsak, “Türklüğümüzden” önce tutabiliyorsak,
Ne Mutlu “Vicdanım” diyene!

TÜLİN TEZEL

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
22 Ocak 2011 12:08

deren

Çok güzel bir yazı, Tülin Hanıma teşekkürler. Milliyetçi ideoloji sadece Türk'lere ait değil tabii ki. Hatta biz geç bile keşfettik milliyetçiliği. Bu nedenle "Ne mutlu vicdanım var" tüm insanlığın seçimi olmalı. Bunu başarabilecek mi acaba insanoğlu? Tülin'ler artacak mı yeryüzünde? Sevgi ve saygılarımla.
Nina
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.