Yüzümüzü Doğu'ya mı döndük? - İsmet Berkan

03 Kasım 2009 02:26  

 

Yüzümüzü Doğu'ya mı döndük? - İsmet Berkan

Amerikan ve Avrupa basınında bir süreden beri Türkiye’nin dış politikasıyla ilgili yayımlanan yazıların sayısında ciddi bir artış var. Son dönemde değişik gazete ve dergilerde çıkan yazılarda üç aşağı-beş yukarı aynı konu işleniyor: Türkiye yüzünü Batı’dan Doğu’ya mı çevirdi?
Bütün ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de dış politika halka rağmen, halkın genel eğilim ve taleplerine rağmen yapılan bir şey değil. Bu anlamda, yani bu genel çerçeve içinden bakıldığında, Türkiye’nin yüzünü Batıdan Doğuya çevirmesi bugünden yarına, bir iktidar döneminde onun uygulamalarıyla yapılabilecek bir şey değil.
Ama Batı basını bunu yazıyor. Yazıyor ancak onlar daha uzun dönemli bir eğilimin başlayıp başlamadığını sorgularken bu yazıları yazıyorlar. Ve bana göre eksik bilgiyle, konjonktürel konu ve tartışmaların etkisi altında bunu yapıyorlar.
Genellikle söylenen şu: Türkiye, bu yılın ocak ayında Davos’ta yaşanan ‘One minute’ olayından beri İsrail’le ilişkilerinde geçmişe göre çok daha çekinceli davranıyor. (Aslında bu davranış, geçen yılın yaz aylarındaki İsrail’in Gazze saldırısı dönemine, o sırada Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail Başbakanı Olmert’e yönelttiği eleştirilere kadar gidiyor.) Son olarak İsrail savaş uçaklarının da katılacağı bir tatbikatın ertelenmesi, ABD ve İsrail’in bu durumu eleştirmesi, hepsinin üstüne de TRT’de yayımlanan ve anti semitik görüntüler içeren bir diziyle birlikte iki ülke arasındaki gerginlik tavana vurdu, özellikle İsrail medyası konuyu hergün kurcalamaya başladı. (Sadece İsrail medyası da değil, Yahudi lobilerine yakın düşünce kuruluşları da aynı kurcalamayı ABD’de ve ABD gazetelerinde yaptılar, yapıyorlar.)
Tam bu gerginlikler dönemine Başbakan Erdoğan’ın İran gezisi denk geldi. Erdoğan, Tahran’da, İran’ın barışçıl nükleer teknolojiye sahip olma hakkını dile getirdi ve ekledi: ‘Bölgede nükleer silah sahibi başka bir ülke (İsrail) varken İran’ı tartışmak ne kadar doğru?’
Aslında, son soru cümlesini dışarıda bırakacak olursak Başbakan Erdoğan’ın sözleriyle ABD Başkanı Obama’nın sözleri bire bir aynı. Nitekim, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye sahip olabilmesi için süren uluslararası pazarlıklarda da çok önemli bir aşamaya gelindi, birkaç yıl önceye kadar ciddi ciddi konuşulan İran’a Batı veya İsrail saldırısı ihtimali giderek düşüyor.
Yani, esasen Türkiye ve Batı, İran konusunda aynı dili konuşuyor. Ancak İsrail’in İran konusunda Batı’yla (ve Türkiye ile) aynı dili konuşup konuşmadığı tam belli değil.
Benzer şekilde Türkiye’nin Suriye ile yakınlaşması da yüzün Doğu’ya çevrilmesine örnek veriliyor. Oysa bu doğru değil. Türkiye’nin Suriye konusundaki çabaları dikkatle incelenecek olursa, Ankara’nın epey bir süreden beri istikrarlı biçimde yapmaya çalıştığı şeyin, Suriye’nin İran ekseninden çıkartılıp dünyayla (elbette esas olarak Batı sistemiyle) yeniden entegre olmasına yardımcı olmaya çalışmak olduğu görülür.
Eğer Suriye, Beşar Esad döneminde girdiği İran etkisinden çıkıp Batı ile entegre olabilirse bu bir yandan Suriye halkının çıkarına olacağı gibi bir yandan da İsrail-Filistin sorununun çözümü için bir avantaj yakalanmış olacak.
Nitekim Suriye konusunda aslında çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve bu ülke adım adım Batı sistemine yaklaşıyor. Bu konuda Lübnan’da yaşananları ve Şam-Beyrut ilişkilerindeki değişimi bir laboratuvar olarak görebilirsiniz. (Kurulduğu günden beri Lübnan’ı kendi eyaleti olarak gören ve bu ülkeyi hiçbir zaman resmen tanımayan Suriye, geçenlerde bu tanımayı gerçekleştirdiği gibi iki ülke karşılıklı büyükelçi ataması da yaptılar. Bizim Ermenistan açılımından çok daha büyük bir açılım bu Suriye açısından.)
Türk dış politikasının temel çizgilerinde esas olarak büyük bir değişim yok ama dış politikanın uygulanmasında çok ama çok önemli bir değişim var, esasen Batı basınının yadırgadığı ve yanlış bir teşhisle yorumladığı şey de bu. Türkiye, artık ciddi ve istikrarlı biçimde aktif dış politika uyguluyor. Türk dış politikası belki de tarihinde ilk kez bu kadar uzun süre reaktif değil proaktif bir uygulamaya imza attı.
Yani artık sağda solda bir şeylerin olması üzerine buna tepki veren kısmen pasif bir dış politikaya değil, olacak şeyleri önceden görüp önlemeye veya olaylara yön vermeye çalışan aktif bir politika uygulamasına sahibiz.
Politika büyük ölçüde aynı ama uygulamada radikal bir değişim var.
İşte bu değişim insanların ezberini bozuyor.
Ve benim gördüğüm kadarıyla bu yeni dış politika uygulama anlayışı Türkiye’de, başta medya olmak üzere kanaat önderi bütün kesimlerde destek buluyor. Medya derken de, neredeyse bütün ülke medyasını kastediyorum; pek çok iç politika konusunda ayrı düşen, ‘yandaş medya’-’muhalif medya’ diye ayrılan medya, aktif dış politika anlayışında aynı fikirde birleşiyor ve uygulamayı destekliyor.

Radikal.com.tr

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0